Genel

Merhaba Ben Girişim Görevlisi

Merhabalar, ben Türkiye’de bir devlet üniversitesinde Araştırma Görevlisi olarak çalışan aynı zamanda TÜBİTAK 1512 BIGG desteği almış bir girişimciyim. Girişim serüvenimin ilk gününden itibaren bu blog’u oluşturmaya karar verdim. İlk yazımda biraz neden akademi ve girişimciliğe tutkuyla bağlıyım onları anlatmak istiyorum. Ancak öncesinde neden bir blog oluşturduğumu anlatacağım.

Gerek girişimcilik gerek akademik hayat çok yorucu. Zaten kendi başna yeterince yorucu olan bu iki durum birleşince iyice çekilmez bir hal alyor. İki olgunun da kendi içinde ortak yönlerinin olmasının yanında çok fazla farklılıkları da mevcut. Ama iki durumunda kesinlikle ortak yönü belirsizlik. Özellikle Araştrma Görevliliği başlı başına muamma. Girişimciliğin tanımlarından biri de belirsizlik içerisinde bir şirket kurmak. İnsanın hayatında ki belirsizlik oranı arttıkça, içinde bulunduğu durumu anlatabileceği insanların oranı bir hayli azalıyor. Çevrenizde ya sadece girişimciler oluyor ya da sadece akademisyenler. Her ikisini de aynı anda götürmeye çalışan insan sayısı maalesef oldukça az. Bu nedenle insanın kendi düşüncelerini dökebileceği bir mecra olması gerekiyor. Bu blogu kendi düşüncelerimi paylaşmak ve bu süre içerisinde zihnimi berraklaştrmak için tutuyorum. Belki ilerleyen süreçte benim geçtiğim yolda yürüyenlere de yol arkadaşlığı eder.

Gelelim neden akademisyenlik ve girişimcilik; bunların detaylarına. Akademisyenlik dünya nüfusuna oranla çok çok az bir kesimin elde edebildiği bir görev. Şöyle düşünebiliriz; akademisyen olabilmek için iyi bir lise eğitimi alarak iyi bir üniversiteye girmeniz; not ortalamanızı yüksek tutarak yüksek lisansa kabul almanız; araştırma görevliliği sınavında başvuranlar içinde %10’luk dilime girmeniz; bilim sınavında sizden daha yüksek merkezi sınav puanlarına (ALES ve Yabancı dil) sahip kişilerden daha yüksek sınav puanı almanız; doktora’ya kabul almanız; tez önerisi sunmanz; tezinizi hazrlarken en az 3 – 5 makale yazmanız; tezinizi savunmanız ve sonunda da Dr. ünvanı almanız gerekiyor. Bu her bir basamakta insanlar elenebiliyor. Bu zorlu sürecin sonunda elinizde Dr. ünvanınız oluyor. Peki bu ünvan ne demek? Bu kadar zorlu bir yola değer mi? Ksa cevap: Evet.

Doktora yapıp Dr. ünvanı aldığınızda öğrenim gördüğünüz alanda saylı kişiler arasına girmiş oluyorsunuz. Yaptığınız çalşma literatüre bir katkı sağlıyor ve insanlık bilgi birikimini bir adım ileri götürüyor. Yaptığınız çalşma belki şimdi değil belki 100 yıl sonra bir anlam ifade ediyor. Tüm Dr. Tezleri için bunu söylemiyorum. Açkçası bir kitapta okuduğum örnek çok güzeldi. Kızıldeniz’de ki mercanların tek benekli mi çift benekli mi olacağını belirleyen faktörler üzerine yaplan bir doktora tezi topluma nasl bir fayda sağlar bilemiyorum. Benim için ise Dr. ünvanı almanın en önemli motivasyonu ekonomik olarak topluma sağlayacağı fayda. Bu fayda kendim için değil toplum için. Şöyle açıklayayım. Bundan önce bir ustanın bin kere deneyerek yapmış olduğu şeyi artık bin kere denemek gibi bir lüksümüz yok. Ne yaşadığımız ülkede ne de dünyada yok. Bir ustanın içgüdüsel olarak becerebildiği bir şeyi standardize edebilmek ancak bilimsel yaklaşımlar ile mümkün. Ustalara bağlı bir ekonomi maalesef sürdürülebilir bir ekonomi değil. Sürdürülebilir bir ekonomi bilimsel metotlarla belirlenmiş, standardize edilmiş, optimize edilmiş ve sürekli iyileştirme adımlarıyla ilerleyen bir ekonomidir. Bu nedenle doktor ünvanına sahip insan sayısının artması gerekir ki bilimsel yaklaşımlar ile sorun çözme yeteneği artsın. Bilgi ekonomisine geçildiği vurgulanırken burada bahsedilen blişim teknolojileri değildir. Artık bilginin sermayeden daha değerli olduğu dönemi anlatıyoruz. Bilgi yeni sermayedir. Önceden sermayesi olan para kazanabiliyorken şuan sadece parası oladuğu için iş yapmaya çalışanların bütün sektörlerde zarar etmesinin nedeni de budur. Bizim bakkal kar ediyor diyebilirsiniz ancak sizin bakkalın toplum refahına sağladığı katkı kredi kartıyla alışveriş yaparken eklediği 25 kuruş kadar.

Eğer sadece mevcut bilgileri öğrenerek ileri bir medeniyet olacağımızı zannediyorsak yanılıyoruz. Bilgi üretilmesi gereken bir olgudur. Bilginin üretilmesi gerekir ki bu da öğretmekle değil, öğrenmekle ve özellikle öğrenmeyi öğrenmekle mümkün olur. Bir konuyu öğrenmenin felsefesi ise ancak doktora sırasında anlaşılabiliyor. Yani aslında siz doktora yaparken bir konuyu gerçekten bilmenin ne demek olduğunu öğrenmiş oluyorsunuz. Bu bilgiyi daha sonra istediğiniz alana uyarayabilirsiniz. Ancak doktora yaparken aslında o kadar eksik bölgenin olduğunu görüyorsunuz ki kendi doktora alanınızdan çıkmadan bir ömür boyu araştırma yapabiliyorsunuz. Ben tabii ki bunu asla önermiyorum. Ben farklı alanlarda çalışmlar yapılması gerektiğini düşünen, doktoranın bir öğrenmeyi öğrenme süreci olduğuna inanan biriyim.

Akademisyen olmanın, bilgiyi üretmenin, bilgiyi ticarileştirmenin önemini anlatabildiğime inanıyorum. Şimdi gelelim girişimciliğe bakışıma. Girişimcilik bir ülkenin sahip olduğu en büyük zenginliktir desem abartmış olmam. Ben ülkeyi yönetiyor olsam tek bakacağım istatistik bu olurdu. Nüfus artış hızından daha fazla girişimci sayısında artış var mı yok mu? Geri kalan tüm istatistikler benim için çöp olurdu. Şöyle düşünebiliriz. Girişmcinin girişim yapabilmesi için öncelikle yaşadığı ülkeye güvenmesi gerekiyor. Örneğin ben bir girişim kurdum ve bu girişim bir şekilde devletin de yetki alanında. Örneğin BiTaksi uygulaması, bir girişimici akıl etmiş bu uygulamayı yapmış. Kullanıcılar nezdinde kabul görmüş, işini dürüst bir şekilde yapan taksiciler bu uygulamyı kabul etmişken yerel yönetim gidip iTaksi diye bir uygulama çıkartır. Bu uygulamayı da kullanmayı zorunlu hale getirir ve rakibi olan girişimciyi devletin gücü ile yenmeye kalkışırsa; ülkede girişimci sayısı çoğalmaz. Burada devletçi ekonomiye karşı olduğum anlaşılmasın bir yerel yönetim tabii ki bir uygulama çıkartmak isteyebilir ama bunu serbest piyasa ekonomisi kurallarının geçerli olacağı şekilde yapmalı. Zaten tekel olabileceği bir çok alan varken neden böyle bir işe kalkışılır anlayamıyorum. Bunu gören diğer girişimciler neden bir girişim kurmak için onca risk alıp kendini zora soksun ki? Ben bir girişimci olarak neden bir şekilde devlet gücünü arkasına almış kişilerle de mücadele etmek zorunda kalayım ki? Siz böyle bir ortamda girişimcilik riskini alır mısınız?

Yukarıda bahsettiğim konu haricinde girişimci sayısını belirleyen bir çok konu var ve bunlar da ülkenin gelişmişliğiyle alakalı. Aslında burada bir dilemma var yani girişimciliği destekleyecek sosyal ortam ülkenin gelişmişliği ile alakalı iken ülkedeki girişimciler de ülkenin gelişimine katkı sağlayan hatta belirleyicisi oluyor. Örneğin Türkiye kendi uzay programını hayata geçirmeye çalışırken Elon Musk kendi uzay şirketini kurabiliyor. İşte bu hem o ülkenin gelişmişliğini hem de ileride gelişmiş kalacağını gösteriyor. Elon Musk eğer Türkiye’de olsaydı SpaceX’i kurabilir miydi?

Türkiye’de girişimcilik yapılmaz demiyorum. Ülkede çok güzel girişimler çıkıyor ancak yatırımcısından girişimcisine öncelik ülke gelişmişliğine katkı olmuyor. Bir koyup on hatta yüz belki de milyon almak istiyorlar. Burada amacım suçlama yapmak değil; elbette insanın çok fazla para kazanma isteği olabilir hatta olmalı da. Eğer devlet memuru olmayı istemek ile günün hangi saatinde hangi şarap çeşidinin içilmesi gerektiğini söyleyen bir uygulama yapmak arasında seçim yapmak zorunda kalsam tabii ki uygulama geliştirmek derim. Ancak benim girişimcilikten beklentim ülke durumunu göz ardı etmeden, istihdam yaratan, yurtdışına açılabilecek, ülke ekonomisine katkı sağladığı kadar kültürüne ve bilgi birikimine katkı sağlayacak girişimlerin olması.

Açıkçası işte burada akademisyenlik ile girişimciliği birleştirmek gerektiğine inanıyorum. Bunun ekonomik faydasının çok yüksek olacağına eminim. Bunu sadece ben söylemiyorum. Dünyaca ünlü fütüristler ileride bir çok şirketin doktora çalışmaları sonuncunda oluşacağına inanıyor. Özellikle 3. endüstri devrimini geç yakalayıp 4. endüstri devrimini kaçırmak istemeyen ülkeler, akademisyenlerin şirket kurmasını nereeyse zorunlu hale getiriyorlar. Bu konuda başı Çin çekiyor. Profesör atamalarında atanacak kişiye şirket kurması için belirli bir para veriliyor ve bu para sadece şirketi kurabilmesi ve yönetmesi için kullanılabiliyor. Yani başka bir deyişle üniversite, hocaya melek yatırımcı olmuş oluyor. Hem de mecburi bir şekilde.

Benim görüşüm bu şekilde, özetlemem gerekirse bilgi ekonomisini yakalamak istiyorsak yüksek öğrenime özellikle doktora seviyesine önem vermeli, tezleri ileride şirketleşme potansiyeline göre belirlemeli, girişimciliği kolaylaştırmalı ve özendirerek doktoralı girişimcileri desteklemeliyiz. İlerleyen yazılarda hem girişimciliğin hem de akademisyenliğin zorluklarını, motivasyon kaynaklarını, yapılması ve yapılmaması gerekenleri de sizlerle paylaşacağım. Görüşmek üzere hoşça kalın.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.