
Motivasyon Kaynaklarında Hatalı Gördüklerim
Bir konu hakkında bir şeyler yapmak ya da yapmayı istemek bazen gerçekten çok zor olabiliyor. Böyle durumlarda hemen ‘motivasyonum yok’ diyoruz. Motivasyon temelli bir çok kitap var hepsi size bazı hedefler koymanızı, o hedeflerin bazı özellikleri olması gerektiğini vs. anlatıyor. Evet bu yöntemler bazı durumlarda işe yarıyor. Eğer bir sınava girecekseniz, bir proje yapıyorsanız, zamana bağlı bir iş üzerine çalışıyorsanız bir çok kitabın farklı açılardan ele aldığı ancak özünde hedef koymak ve o hedefe doğru adım adım ilerlemek size motivasyon sağlayabilir. Ancak siz de benim gibiyseniz ve taahhüt vermekten çekinen biriyseniz bu metot işe yaramıyor.
17 yaşımdan veri kişisel gelişim kitapları okuyorum. Bir çok konuda çok faydalandım. Bazen hayatımı değiştirecek kadar etkili oldular. Bazıları ciddi anlamda fiyaskoydu; ancak motivasyon konusu benim en çok odaklandığım konu olabilir. Psikolog ya da davranış bilimci olsam mutlaka motivasyon üzerine çalışmak isterdim. Akademik olmasa da kendi gözlemlerim bu konuda beni kendi yolumu bulmaya itti. Hedef koymak aslında bir taahhüt olarak geliyor bana. İngilizcede çok kullanılsa da türkçede yazılı belgeler ve sözleşme tarzı yerlere görmeye alıştığımız bir kelime.Taahhüt. İngilizcesi commitment. Bir şeyi yapacağınızı ya da yapmayacağınızı onaylamanız anlamında. Bu beni çok geren bir durum. Ben kendi hayatında da taahhüt vermeyi sevmeyen biriyim. Mesela saati net olan işler beni geriyor. Saat 14.00’te yapılacak bir toplantı beni 2 gün öncesinden germeye başlar. Ya da akşam eşime saat 18.00’de geleceğimi söylemek sabahın 9’undan itibaren sürekli saate bakmama neden olur. Bu nedenle bu tarz sözleri vermekten çekinirim. Çünkü bu taahhütler benim seçme özgürlüğümü elimden alıyormuş gibi gelir. Yani toplantının 14.00’te olması benim 14.00’te çok daha önemli ya da eğlenceli bir şeyi yapmama engel olacaksa o diğer işi seçeme özgürlüğüm elimden alınmış gibi geliyor. İşte bu motivasyon ve hedef belirlme konusuna da böyle bakıyorum.
Hedef belirlemek yani bir taahhüt vermek başka bir şeyi seçememek anlamına geliyor aslında. Mesela 10 gün içinde 5 kitap okuma hedefi ve bu kitapların belirli olması beni başka bir kitabı okumaktan alıkoyacağı için geriyor. Eğer o hedefi koymasam ya da kitapları belirlemesem de ben 10 günde o 5 kitabı okuyabilirim. Ancak bunu bir yazılı taahhüt haline getirince ben bunu yapamadığımı farkettim. Bunu farkedince de işler değişti zaten.
Ben öncelikle hedef değil süreç odaklı olmam gerektiğini farkettim. Süreç odaklı olmak bana daha eğlenceli geliyor. Süreç odaklı olduğum zaman motivasyonumu kaybetmiyorum. Örneğin Ben tam 50 Kilo verdim. 137 kilodan 87 kiloya düştüm. Bence bu inanılmaz bir başarı. Bu konuda kendimle gurur duyuyorum. Bu tarz bir başarı için önerilen motivasyon şekli şu şekilde; hedef koy. Tamam 10 kilo vereceğim. Ne kadar sürede vereceksin. hmmmm bilmem daha önce vermedim. Peki o zaman istatistiklere bakalım haftada 1 kilo verirsen bu 50 hafta yani yaklaşık 1 yıl sürer. Biz kendimizi germeyelim 2 yıl diyelim. Yani size 50 kilo vermek 2 yıl sürer deseler siz 2 yıl içinde hayatta kalacağınızın gerentisini verebiliyor musunuz? Diye sorarsınız ya da en azından içinizden geçer. Benim 50 kilo vermem 6 ay sürdü. 1 ayda yaklaşık 10 kilo veriyordum. haftada 2.5 kilo. Bir hedefim de yoktu. Sadece verebildiğim kadar kilo vermek istiyordum. Kilo verme sürecinden mutlu olmak istiyordum. Kalori hesaplarıyla, spor programları ile değil kendi eğlendiğim şekilde kilo vermek istiyordum. Yani amacım sürçti hedef değil.
Tüm kişisel gelişim ve koçluk literatürüne karşı geldiğimi biliyorum ancak hedef koymak endüstri devrimiyle başlayan ve günümüzde hala devam eden bir sürecin parçası. Bir fabrikanın hedefi olabilir. Bir şirketin hedefi olabilir. Ancak bir kişinin gayesi, amacı olması gerekir. Sen yola çık yol sana görünür demiş Mevlana. Biz yola çıkmadan yolu planlamaya hedefler koymaya başlıyoruz. Bu durum bana çok da doğru gelmiyor. Tabii ki su akar yolunu bulur demiyorum. Demek istediğim bir amaç için yola çıkmak gerektiği. Benim kilo verirken amacım daha sağlıklı olmaktı. Vücudumun daha sağlıklı olmak için bana yardımcı olacağını da biliyordum da doğrusu hissediyordum. Amacım daha sağlıklı olmak olunca ve bunun göstergesi olarak kilomu kontrol etmek olduğunda yolculuk daha keyifli bir hal alıyor. Yani ben kilo vermeyi bir hedef olmaktan çıkartıp bir araç haline getirdim. Kilo değerim benim için ne kadar sağlıklı olduğumun göstergesi oldu. Bu da benim motive kalmamı sağladı.
Benim önerdiğim sistem motivasyonun hedeflerle değil amaç ve araçlarla ilgili olduğu yönünde. Örneğin daha başarılı bir satışçı olmak istiyorsanız satış hedefi koymak ve o hedef için çabalamaktansa müşteriler ile dostluk kurmak gibi bir amacınız olmalı ve bu amaca ilerlerlerken yapmış olduğunuz satışlar sizin ne kadar iyi dostluk kurduğunuzun göstergesi olmalı. çok satış yapıyorsanız iyi dostluk kuruyorsunuz demektir. Satışlarınız iyi gitmiyorsa insan ilişkilerinizde sorun var demektir. Olaya bakmak sizi daha iyi yönlendirir. Eğer satış sayısı hedefler ve buna ulaşamazsanız size satış eğitimi almanız gerektiği söylenirken. Dostluk kurmak gibi bir amacınız varsa ve bunu sergileyemiyorsanız sizin bir psikolog ya da koç ile görüşmenizin daha iyi olacağı söylenir. Bunun bir teorisi var mıdır? Yok mudur? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey bunun işe yaradığı.
Gelelim diğer bir motivasyon kaynağına. Piyasaya “The Secret” olarak giren ve aslında sadece istemek ve gözünde canlandırmak ile ilgili olan SIR’a. Arkadaşlar evren size istediğiniz her şeyi verir kavramı yanlış şekilde yorumlanmış ve ifade edilen bir durum. Evren 7 yıldızlı bir otel değil. Size her şeyi vermek zorunda da değil. Sizin çeşitli engebeleri aşarak alacağınız şeylerle dolu olan bir yer. Siz çabalamadıkça kimse kapınızı çalıp bir isteğiniz var mı diye sormaz. SIR’da anlatılmak istenen eğer bir isteğinizi zihninizde canlandırırsanız onun olabileceğidir. Bu doğru olan kısım ancak evrenin size bunun kapılarını açtığı yanlış olan kısım. Aslında olan olasılıklar tercihidir. Her an bir olasılığı tercih ederiz. Ne yemek yiyeceğimizden, hangi kıyafeti giyeceğimze kadar her şey bir tercih konusudur. Zihninizde bir şeyi sürekli canlandırdığınızda ona gidecek yolları tercih edersiniz. Eğer çok güzel bir ev istiyorsanız karşınıza çıkan her tercih durumunda o evi almaya yaklaştıracak tercihler yaparsınız. En sonunda istediğiniz gibi bir evi alırsınız.
Motivasyonunuzun oluşması için evrenin size bir şeyler vermesini bekleyemezsiniz. Bekledikçe motivasyonunuz daha da düşer. Bu pasif bir durumdur. Newton bunu, bir cisim hareket ettikçe hareket etme eğilimindedir. Durdukça durma eğilimindedir diyerek çok güzel kuramsallaştırmıştır. Siz de evrenden bir şeyler bekledikçe beklersiniz. Almak için çabaladıkça da alırsınız ve almaya devam edersiniz. Yaptığınız tercihler doğrultusunda başarılı olacağınızı bilmek aktif bir durumdur. Sizin kontrolünüzdedir ve sizden başka kimse bunu değiştiremez.
Motivasyon kaynaklarından bir diğeri de bakış açını değiştir ki hayatın değişsin yaklaşımıdır. Bu ifadenin aslı Freud tarafından çevreni değiştir hayatın değişsin şeklindedir. Freudcu yaklaşıma karşı değişimin içimizden geldiği anlayışını ifade etmek için bakış açımızı değiştirdiğimizde her şeyin değişeceği anlayışıdır. Ben her ikisinin de doğru olduğunu düşünüyorum. Hatta değiştirmen gereken neyse onu değiştir ki hayatın değişsin diyorum. Bunun için çok güzel bir örneğim var. Ben saçları çok erken yaşta dökülmeye başlamış kimilerine göre kel kimilerine göre kel olmayan bir kişiyim. Saçlarımın dökülmesi ve kelleşme sürecimde bunu çok takıyordum. 18 yaşımda saçlarımın öbek öbek dökülmesi mutlu olacağım bir şey değil tabii. Bu durum resmen psikolojimi bozdu. Burada ister bakış açımı değiştireyim ve saç dökülmesinin kötü bir şey olmadığına dair kendime telkinde bulunayım. İster gidip keller diyarında yaşayayım benim için önemli olan saçımın dökülüyor olması. İki bakış açısı da benim işime yaramıyordu. Ancak aynı bakış açıları farklı bir şekilde işime yarıyordu. Öncelikle bir erkeğin kel olması onun yakışıklılığı ya da karizmasına ne kadar etki eder diye düşündüm. Bakış açımı değiştirdim. Yani kel olan insanlar yakışıklı ya da karizmatik olamıyor muydu? Türkiye’de olmasa da Hollywood’da bir çok kel ve karizmatik aktör vardı. Ancak onlar benim gibi kelliklerini kapatmaya çalışmayıp tam tersini yapıyorlardı. Yani tamamen traş edilmiş bir kafa. O zaman ben de bunu uygulayabilirdim. Aslında çevremi değiştirmiş oluyordum. Saçlarımı kazıdım. O gün bu gündür saçlarımın dökülmül olması umrumda değil. Kendimi çok daha özgüvenli hissediyorum. Aynaya baktığımda beğeniyorum. Bu durumda da iki teori yani hem bakış açımı değiştirmek hem de çevremi değiştirmek işime yaradı. Siz de mutlaka değiştirmek istediğiniz şeyleri değiştirin. Babanızdan yadigar kol saati sizi üzüyor, sizi olumsuz etkiliyorsa onu değiştirin. Akrabalarınızla görüşmek sizi demotive ediyorsa görüşmeyin. İş arkadaşınız canınızı sıkıyorsa yok sayın. İster bakış açınızı ister çevrenizi ister her ikisini de değiştirin. Spor yapmak için spor salonuna kaydolmasını gerektiğini düşünüyorsanız kaydolun ama eve de alet alın ve deneyin ne kaybedersiniz.
Benim motivasyon kaynakları ile ilgili ilk söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. Motivasyon üzerine yazmayı seviyorum. Mutlaka yine yazarım. Görüşürüz.
